8 Ekim 2011

PUF PUF BÖREĞİ

Günaydın sevgili takipçilerim,

Bugün biraz daha iyi hissediyorum kendimi ve dün uzun bir aradan sonra yeniden spora döndüm. Onun da verdiği enerji ile bu sabah dinç ve dimdik uyandım :) Yani bu demektir ki geçen haftasonu kahvaltı için hazırladığım o ensef Puf Böreklerinin tarifini size vermeye başlayabilirim :)

O sabah börekleri yetiştiremeyeceğimden korkup sabahın köründe uyandım. Çünkü börek dendiğinde hep bir korkmuşluğum, bir çekinmişliğim, bir kendi kendime "acaba" demişliğim olmuştur. Ama bu sefer yapmaya niyetliydim; yine de içimdeki tereddütü yok sayamadığımdan, birşeyler yolunda gitmezse en azından yerine başka birşey yapabilecek kadar zamanım olsun diye sabahın köründe kalktım :)
Bir akşam önce topluca gittiğimiz market alışverişinde aldıklarım ise bir paket tereyağ, çörek otu (aynı hindistancevizi gibi çörek otlarını da ağzı mühürlü paketlerde satmaya başlamışlar; çok kullanışlı belirtmeden geçemeyeceğim) ve yufka oldu. Evde yumurtam ve peynirim olduğu için bunları almadım ama yaparken kullanacağız. Malzemeleri yerlerine dizdikten sonra yarın böreğim için kullanacağım antep peynirini dolaptan çıkartıp tuzunu atması için suya yatırdım. Antep peyniri evimizin vazgeçilmezlerinden biri olduğu için böreğimde de onu kullanmadan edemedim :) Eğer evinizde yoksa siz arzu ettiğiniz bir peyniri de kullanabilirsiniz. Bu durumda onu suya yatırmanız gerekmez çünkü antep peynirinin kendinden gelen çok tuzlu bir tadı vardır ve suya koymadan kullanırsanız böreğiniz tam şapa batırılmış gibi olur ve bu fiyaskoyu kimse istemez :) Ama bu sıkıntı normal peynirlerde mevcut değil onun için normal peynir kullanacaksanız sıkıntı yapmanıza gerek yoktur :)

Sabah tam tamına 08:30 da uyandım. Evde herkes uyumakla meşguldu. Alelacele mutfağa daldım ve kolları sıvadım. Öncelikle tereyağımı (ortalama 1-1,5 paket) bir kap içerisinde erittim. Sonra yufkalarımı (4 yufka) teker teker masamın üzerine açtım. Ve üzerine erittiğim tereyağını bildiğiniz yumurta fırçasıyla serperek yağladım. Sonra yufkanın karşılıklı kenarlarını katlayarak o yufkadan bir kare elde ettim. Katladığım kısımlara da çok hafif tereyağ serptim ki kenarlar tutunsun. Sonra bu kareyi 4 eşit parçaya böldüm. Ve her bir parçanın içerisine rendelediğim peynirlerim ve içine karıştırdığım maydonozlarla hazırladım börek içinden koydum. Sonra bu parçayı bohça gibi kapatıp, kapatan yeri aşağıya gelecek şekilde yağladığım tepsiye veya yağlı kağıt serdiğim tepsiye dizdim. Bunu tüm yufkalar için yaptım ve elimde 16 tane Puf'um oldu :) Sonra bu Puf'ların üzerine yumurta sarısını sürdüm ve çörek otlarımı serptim. Böreklerim ortalama 200 derecede 15-20 dakikada pişti ama her tarifimde belirttiğim gibi belirttiğim zamanlar sizin kendi fırınınızda değişkenlik gösterebilir onun için böreğin başından ayrılmamak çok önemli :) Sürekli gözetlemelisiniz :)

Bu arada bir püf noktası daha vereyim size; börekleriniz pişince hemen fırından çıkartmayın. Fırını kapatıp böreklerinizi fırında bekletin. Misafirleriniz geldiğinde hemen servis tabağınıza alırsınız ve böylece Puf'larınız sönmemiş olur :)

Bugünün ve yarının haftasonu olması, bu tarifi denemeniz için bir şans sanıyorum...Hadi bakalım herkes iş başınaaa :)

Şimdiden afiyet olsun herkese :)

6 Ekim 2011

ÇİKİTOP TRUFFLE :):)

Yeniden merhaba herkeseeee,

Geçen haftasonu çok keyifli bir sabah geçirdik arkadaşlarımızla. Öyle ki size bir önceki yazımda anlattığım tüm tarifleri haftasonu kendilerine yapıp yetiştirdim. Bu kadar geç yazmamın sebebi ise malesef Pazartesi günü spor dönüşü yakama yapışan soğuk algınlığı dolayısıyla evde sere serpe yatıyor olmamdı. Bugün kendimde birazcık güç bulunca hemen oturdum bilgisayarımın başına. Yaşananları ve bu mükemmel tatları sizlerle bir an önce paylaşmalıydım :)

Öncelikle Cuma akşamından kendime bir alınacaklar listesi çıkartıp onunla beraber markete gittikten ve sonra ellerimiz kollarımız torbalarla dolu bitap bir şekilde eve döndükten sonra sabaha vaktim olmaz diye düşünerek, sabah kahvaltısında ismini Elif'in koymuş olduğu Çikitoplarımı yapmaya başladım :) Bu süreçte bana portakallarımı rendeleyen, çeşitli malzemelerimi kaplara koyup bana hazır eden sevgili eşimin sevgili kardeşine de teşekkür etmeden de geçemeyeceğim :) Tarife geçmeden önce son bir teşekkürüm daha var; o da tüm bu koşuşturma sırasında televizyon karşısında oturup dünyayla bağını kesen ve yapılan ilk çikitopu deneme lütfunu gösteren sevgili eşime gelsin :)

Bu çikitopların tarifini ilk gördüğümde malzemeler arasında dikkatimi çeken tek şey kestane püresi oldu. Neredeyse 1 yıl önce annemlerin İzmir'den gelirken bir kutu kestane şekeri ile beraber getirdikleri bu bir kavanoz püre geldi gözlerimin önüne ve gerçekten çok sevindim. Gerçi bulunması çok da zor birşey olmasa gerek ama evde öyle atıl bir şekilde kilerde kullanılmayı bekleyen bu püreyi en nihayetinde bitireceğim için çok sevinçliydim sanıyorum. Neyse diğer malzemeler de; bir orta boy portakal (hatta orta boydan biraz daha küçük olsa sakıncası olmaz), bir paket hindistancevizi (bence iki paket de alabilirsiniz çünkü şimdi yeni ağzı mühürlü paketlerde satılan hindistancevizleri çıkmış), 2,5 paket çikolatalı bisküvi, 1 avuç
dövülmüş ceviziçi, yarım çay bardağı süt, 1 paket bitter çikolata.

Öncesinde rondoda çikolatalı bisküvilerimi güzelce toz haline getirdim ve bir kaba aldım. Aynı rondo içerisinde ceviziçlerimi de toz haline getirdim ve onları da bisküvi tozlarımın içerisine ekledim. Bir başka yerde, portakalın kabuklarını rendeledim ama burada dikkat etmeniz gereken şey portakalın oldukça asidik bir meyve olması ve bu sebepten çikitoplara ağır bir tat katacağından kabukların çok fazla rendelenmemesidir. Yani portakalı orta boydan biraz daha küçük seçip kabuklarını da şöyle üzerinden geçerek (derinlemesine değil) rendelemeniz, çikitoplarımıza tam da istediğimiz portakal kıvamını katacaklardır. Sonra rendelenen kabukları da aynı karışıma ekliyoruz ve portakalın suyunu sıkarak karışımın üzerine döküyoruz.

Elimizde tüm malzemelerden bir karışım oluşuyor; bunu yavaş yavaş süt ekleyerek karıştırıp hamur kıvamına getirmeye çalışıyoruz. Sütü azar azar ve karışımın kıvamına bakarak eklemeniz çok önemli çünkü karışımımızın sıvı olmaması gerekiyor. Dolayısıyla yarım bardak sütün hepsini de kullanacaksınız diye bir kaide yok :)

Karışım istenen kıvama geldikten sonra bir kenarda beklemeye alıyoruz. Aynı zamanda "Bain Mary" usulü yani suda eritme taktiğiyle çikolatalarımızı eritiyoruz. Erittiğimiz çikolatayı da bir kaba alıp bekliyoruz.

Karışımın içerisinden istediğimiz boyutlarda parçalar koparıp elimizde top haline getiriyoruz ve bunları önce hindistancevizine bulayıp ardından düz bir tepsiye diziyoruz. Bu şekilde elimizde bir sürü minik toplar olmuş oluyor. En son aşamada da bu minik toplar üzerine erittiğimiz çikolatayı ip şeklinde şeritler veya arzu ettiğiniz desenler oluşturacak şekilde çikitopların üzerinde gezdiriyoruz. Sonra da bu tepsiyi hemen buzdolabına koyuyoruz. Çikitoplarımız böyle hazırlanmış oluyor ama biraz soğumaları lazım :)

Bu sırada ufak bir tüyo daha vereyim size; elinizde çikolata kalması halinde bu çikolatayı da bir kap içerisinde buzdolabına atıp muss kıvamına gelene kadar soğutun ve sonrasında çıkartıp dondurma kaşığı ile bundan minik parçalar kopartın. Onları da yuvarlak haline getirdikten sonra ister hindistancevizi, ister antepfıstığı, ister pasta şekerlemelerine bulayıp misafirlerinize ikram edin :):)

Bu da benim size yatmaya gitmeden önceki son jestim olsun :)

Umuyorum bu tarifi hemen yapar ve siz de tadına bakarsınız... Ağzınızda dağılan kestanenin o enfes portakallı tadı sizi kendinizden geçirecek :):)

Artık gidip dinlenmenin vaktidir sevgili takipçilerim...Bohça böreğimin tarifini de yarın yine güç toplayıp sizlerle paylaşıyor olacağım...

Afiyet olsun....

30 Eylül 2011

KAHVALTI ŞÖLENİ-HAZIRLIK

Herkese bu soğuk ve yağmurlu İstanbul sabahından merhaba :)
Bu aralar İngiliz turistlere benzetiyorum kendimi çoğunlukla; az evvel bacaklarımda ani bir üşüme hissedince, azıcık güneş ışığı görsem yaz ortası gibi giyindiğimi farkettim. Çocukluğumdan beri sıcağı çok sevmeyen biri olarak üşümek benim için hiçbir zaman bir külfet olmadı. Aksine üşümek bana yaşadığımı hissettiren yegane duygu. Yazın o yapış yapış kokuşuk sıcaklığından nefret ettiğimi gizlemeyeceğim. İşte bu yüzden yaz tatillerim de, başlı başına bir işkence olmasın diye, deniz veya havuz içerisinde oyalanarak geçiyor. Sözü yine çok fazla uzattım sanıyorum. Söylemek istediğim sadece bu soğuk havaları çok sevdiğimdi :)
Sıcak bir yaz ayını böylece geride bırakırken, yarın sabah için arkadaşlarla bir kahvaltı sofrasında buluşma ayarladık eşimle. Uzun zamandır görüşemediğimiz arkadaşlarımızla yeni evimizde muhteşem bir sofrada buluşma fikrinden hareketle hemen internette birkaç tarif araştırdım. Yakın çevrem iyi bilir; internette müdavimi olduğum bir yemek sitesi var. Sahibi yine sanıyorum benim gibi sevdiklerine hoş sofralar sunmayı ve bu sofralarda hoş muhabbetler içerisinde kaybolmayı seven biri. Yine hep yapmış olduğum gibi o siteyi tıkladım ve kendisinin daha önceden yapmış olduğu tariflerden birkaç tanesini gözüme kestirdim. Tariflerinden ve malzeme birleşimlerinden şüphem olmadığı için, daha yapmadan bile gözüm kapalı tavsiye ediyorum bu tarifleri denemenizi...
Tarifler arasında muhteşem peynirli börekler, minik hindistancevizli toplar ve omlet olacak. Şimdiden sabahı iple çekmeye başladım diyebilirim. Yarın sabah tüm bunların hepsini yetiştiremeyeceğimden korkarak :) hindistancevizli toplarımı bu akşamdan yapacağım. Ve inşallah bu akşam ilerleyen saatlerde tarifi ve fotoları sizinle paylaşıyor olacağım.
Bu sırada tarifte yer alan malzemeleri almak istersiniz diye düşünerek malzeme listesini şimdiden sizinle paylaşıyorum. 2 paket çikolatalı bisküvi, 1 portakal, kestane püresi, ceviz içi, süt:)
Heyecanla akşama buluşmak dileğiyle :)

28 Eylül 2011

HARDALLI BADEMLİ TAVUK KROKET

Yeniden merhaba hepinize,
Bu aralar fazlasıyla spora ve ağzıma attığım her bir lokma içerisindeki yağa takmış durumdayım :) Aslında oldum olası spor delisi ve sporla yaşayan insanlardan olamadım ben. Ama sonuçta hayat beni bir seçim yapmak durumunda bıraktırdı. "Yemek yemeyi bu kadar çok seviyorsan ve yemek yemek artık senin için yaşamını idame ettirmekten fazlası anlamına geliyorsa o zaman kusura bakma şekerim spora gideceksin hem de her gün hem de deli gibi" dedi bana hayat :) İşte o gün bugündür gerçekten deli gibi spora gidiyorum. Dün de aslında sporda olmam gereken akşamlardan biriydi ve spor sonrası çok yakın bir dostumla evde oturup laflayacaktık. Ama gelin görün ki içimde beni içten içe yiyen o eski "ben" bir anda ruhumun yönetimini ele geçirdi. "Çok yoruldun kızım" dedi "hırpalama bu kadar kendini bir gece sporsuz kalsan ölmezsin. Evvelsi gün televizyonda izlediğin sarışın kadından öğrendiğin o tarifi yap; hem kalorisiz hem de arkadaşınla beraber yersiniz."
Bu fikir reddebileceğim türden birşey değildi. İş çıkışı kendimi evimin yakınındaki markette buldum. Aklınıza gelebilecek her türlü yeşilliği aldım. Siz de keyfinize göre seçebilirsiniz. Mesela ben yeşilliklerin ortasında renk olsun diye minik kırmızı turplardan da kattım sepetime. Sonra portakallara yöneldim; evimizde çok meyva tüketilmediğinden sadece bu tarif için ihtiyacım olan 1 tane portakal aldım. Buzdolaplarının önünden geçerken bir yoğurt kaptım raftan; sonra bir minik hardal ve en son et reyonunda durdum ve minik bir paket tavuk göğsü aldım. Siz kişi sayınıza göre tavukların boyutunu ve adedini belirleyebilirsiniz. En son kasaya doğru ilerlerken tarifimin bana göre asıl malzemesi olan bademi ve tuzlu krakeri de alıp eve doğru koşmaya başladım. Niye bu kadar acele etmiş olduğumu hala anlayabilmiş değilim :)
Işık hızıyla eve koşturdum. Salona uğramadan hemen mutfağa giriş yaptım. Çok hızlı bir giriş oldu sanırım ayağımı kapıya tosladım. Torbalarım ellerimden yere saçıldı. Hem terliklerimi ayağıma geçirmeye çalışıp hem de torbaları yerden topladım.
En nihayetinde malzemelerim ve ben başbaşa kalmıştık tezgahın önünde. Önce bademlerimi rondodan geçirdim bir güzel ama çok değil böyle içerisinde badem parçalarının görünüyor olması lazım. Aslına bakarsanız, eğer bulabiliyorsanız, bu aşamada doğranmış badem bulmak ve bunları üzerleri kızarana kadar fırına vermek de bademlerinizi hazırlamada bir yoldur ama ben malesef doğranmış badem bulamadım. Onun için bademleri bahsettiğim gibi rondoda çekip bir kaba aldım. Yine aynı rondoda almış olduğum tuzlu krakerleri öğüttüm. Neredeyse toz kıvamına geldiler. Bunun içerisine çok az irmik ve bir tutam da tuz ekledim. Rondoyu bir tık daha çalıştırdım ve bu karışımı da bir kaba aldım. Bu karışımın üzerine yoğurt ve hardalımı da ekledikten sonra temizleyip parmak boyutunda boyuna boyuna kestiğim tavuklarımı bu karışımın içerisine attım ve iyice karışımla özdeşleşmelerini sağladım. Karışımdan çıkardığım tavuklarımı fırına göndermeden evvel bademe buladım ve hemen hemen her fırında bulunan fırın telinin üzerine hepsini dizdim. Bunları fırına vermeden önce de altlarına ilk 2 dakika başka bir fırın tepsisi koydum ki sosu akıp fırınımı pisletmesin :) 2 dakika sonra altına koyduğum tepsiyi çıkardım ki tavuklarımın altına da sıcaklık ulaşsın :) Tavuklarım 200 derecede 20 dakika kadar pişerken ben de diğer tarafta yanlarına koyacağım sosu hazırlamaya başladım. Bu aşamada tavukların fırında kalacağı süre fırınınıza göre değişebileceğinden yani tavukların helak olmaması için arada bir kontrol etmeniz gerekebilir :)
Tavukların yanına yapacağım sos oldukça basitti ve emin olun beni hiç oyalamadı. Bir kaba göz kararı yoğurdumu aldım, içine ince ince doğradığım maydanozlarımı koydum, bunların üzerine sarımsak tozumu ekledim ve hepsini karıştırıp minik bir kaba aldım. İşte size kolay ama muhteşem tavuk sosu...Bu sosa acı sevenler acı-sos da katabilirler; hiçbir sakıncası yoktur aksine tam bir lezzet şöleni yaratırsınız :)
Son aşama olarak da salatamı yapmaya geçmiştim ki arkadaşım geldi. Evden gelen kokularla beraber ayakkabısını çıkarttığı gibi mutfağa daldı. Kokusu böyleyse kendisi herhalde bomba gibi olacak diye düşünüp beklemeye koyulduk.
Bekleme sırasında ise geniş bir kaba aldığım tüm yeşillikleri ve turbumu doğradım; bunları birbirleriyle bir güzel karıştırdım. Bir başka minik kap içerisinde ise salatama koyacağım ballı sosumu hazırlamaya geçtim. Biraz bal, çok az sirke, azıcık zeytinyağı ve almış olduğum portakalın kabuklarını rendeleyerek bir karışım oluşturdum. Burada önemli olan muhakkak sosun tadına bakmanız. Tadı çok tatlı ise üzerine çok az daha sirke ekleyerek tatlılığını alabilirsiniz. Sosu salataya eklemeden önce de elimdeki portakalın yarısının suyunu yeşilliklerimin üzerine sıktım ve arkasından salata sosumu ekledim. Tatlı ekşi tatlara, özellikle de salata içerisinde bayılanlardansanız, bana güvenin bu vazgeçilmez bir tat oldu :)
Soframız ve tabaklarımız hazır heyecanla tavuğu fırından aldık. Manzara süperdi; tavukları hemen tabaklarımıza geçirdik. Yanına salatamız ve yanına tavuklar için hazırladığımız sosla beraber servis tabaklarımızı hazırladık. Öncelikle tavuktan başladım. Bademin kıtır kıtır tadı ve hardalın tavuğa kattığı o hafif kekremsi hafif tatlı doku beni kendimden geçirdi. Üstelik göğüs eti gibi yavan ve kuru bir et, o kadar yumuşak ve tam kıvamında sulu olmuştu ki anlatamam. Denemeniz lazım; denemeniz, görmeniz, tatmanız lazım...
Haydi mutfaklarınızın başına diyorum :):)
Şimdiden afiyet olsun hepinize :)

25 Eylül 2011

ÇOK UZUN BİR MOLA


Merhaba takipçilerim,
Takipçilerim diyorum ama hakikaten birileri beni takip ediyor mu bundan bile kuşkuluyum ama yine de oralarda bir yerlerde bu sayfayı takip eden (en azından istatistiklerimin söylediği sayıda) birilerinin olduğunu bilmek bana güç veriyor :)
Sizden, bu sayfadan, hatta yemek yapmaktan, bizatihi yemek yemekten uzaklaşalı ve mutfağın kapısının önünden geçmeyeli çokkkkk uzun zaman olmuş; şimdilerde farkediyorum.
Öncesinde blogspot sayfalarının devlet kararı ile geçici süreli olarak kapatılması engelledi girişlerimizi; bu süre zarfında bir insanın hayatında yaşayabileceği en büyük mutlulukla beraber böyle bir sayfamın olduğunu bile unuttum. Ailemize katılmasını dört gözle beklediğimiz minik canımız için dönmeye başlamıştı dünyamız. Onunla beraber geçen her gün her dakika insana kendini bile unutturan bir mutluluk ve huzur yaşatıyordu. Hani derler ya "Gözüm hiçbir şey görmedi" diye işte aynen öyle ne bu sayfayı ne de o minik haricinde başkaca bir şeyi görmedi gözüm.
Malesef bir gün geldi ki onun artık burada olmadığını anladık. Dünyanın en büyük acısı diye adlandırmayacağım bunu çünkü eminim ki bundan daha büyük acılar da vardır dünya üzerinde. Sadece katlanılması, dayanılması oldukça zor bir ruh hali diye adlandırabilirim bunu. Hani düşmanımın bile başına vermesin dedirten türden...
Bu şekilde düştüğüm boşlukta kıvranırken aklıma geldi bu sayfa. Sonra kendi kendime dedim ki neden yapmayı çok sevdiğim şeyleri yapmıyorum ki artık. Yazı yazmak bunlardan biriydi; yemek yapmak ise ikincisi. Her ikisini bir arada tutan bu sayfayı neden bu kadar öksüz bıraktım ki?
Şimdi bu iletiyi sizlere yazarken kelimeler koştururcasına dökülüyor satırlara. Sanki uzun süre kapalı kalmış sonradan gün yüzüne çıkartılmış aç-susuz kalmış hayvanlar gibi saldırıyorlar satırlara dökülmek için. Cümle içerisindeki yerlerini önemsemeden sadece satırın bir yerinde var olabilmek çabasıyla sıraya girmeye çalışıyorlar. Ben de onları bu kadar uzun bir süre beklettiğim için kızıyorum kendime.
İşte bu uzun molada olanlar ve yaşananlar bunlardan ibaret. Değişmeyen tek şey var o da "yeme sanatı" :) O, ne olursa olsun bizi bırakmıyor. Biz, herkesi ve herşeyi bir çırpıda terkedebilen insanoğulları, ne yaşarsak yaşayalım onsuz yapamıyoruz.
Tam da bu sebeple, çok yakında burada yine birbirinden müthiş tariflerle karşılaşacaksınız :) Tatlı, tuzlu, yağlı, yağsız, değişik, hiç görülmemiş, kimbilir belki de dünya mutfağından örneklerle çıkacağım karşınıza.
Umuyorum bir daha yollarımız bu kadar uzun süre birbirinden ayrılmaz.
En kısa sürede buluşmak dileğiyle sevgili takipçilerim....

15 Şubat 2011

COCO Kurabiye

Ve bunca yemekten sonra bir fincan çay eşliğinde huzuru tatmak isterseniz önereceğim tek bir kurabiye var; Hindistancevizli COCO.

Bu gece size anlatacağım tariflerden bahsettiğim yazımda da kısaca anlattığım gibi, bu kurabiyeyle ben ilk arkadaşım Nazlı ile beraber öğlen yemeklerinde gittiğimiz ev yemekleri yapan restaurantta tanıştım. O tanışmadan sonra da hemen hemen her yemeğimizden sonra çayımızı bu minik kurabiyelerle yudumladık. Ta ki Nazlı bana elinde bir yerlerden bulduğu bu COCO tarifiyle gelene kadar.

Tarifi kaptığım gibi evin yolunu tuttum heyecanla. Marketten poşet içerisinde satılan hindistancevizi tozlarından aldım. 2-3 paket almanız tarifimiz için yeterli olacaktır. Bu tarifte toplamda 1,5 su bardağı hindistancevizi kullanacağız.

Öncelikle yine kolayca karıştırabileceğiniz derin bir kap içerisine 2 adet yumurtanın akını ve 1 çay bardağı toz şekeri ekliyorum. Bunları tel bir çırpıcı ile güzelce çırpıyorum. Köpük köpük oluyor karışımımız. Bu karışıma 1 paket vanilya ve 1,5 su bardağı hindistancevizini ekliyorum. Bunları tahta bir kaşık yardımı ile köpükleri söndürmemeye özen göstererek karıştırıyorum.

Sonra fırın tepsime yağlı kağıdımı serip, üzerine ellerimle ceviz büyüklüğünde bu karışımdan parça parça ve yan yana koyuyorum.

175 derecede önceden ısıttığım fırınıma kurabiyelerimi sürüyorum ve 12-15 dakika pişmeye bırakıyorum. Burada size önerim; 12. dakikada gidip fırında pişen kurabiyelerinize bir bakmanız. Üzerleri böyle pembe pembe olmuş olacak. Ve mucize gibi tam 15. dakikada kurabiyeler kıvamında pişmiş oluyor.

Bundan sonra kurabiyeleri fırından çıkartıyorum ama servis tabağına koymadan oda sıcaklığında bir 10-15 dakika bekletiyorum. Çünkü kurabiyenin içerisinde pişen şeker kurabiyeye piştikten sonra kaygan ve yumuşak bir kıvam katıyor. Fırından çıktığı gibi kurabiyeleri almaya çalışırsanız kurabiyeler ya birbirine yapışıyor ya da kopuyor. Onun için servis tabağına almadan önce dediğim gibi bekletirseniz hem tepsiden almanız kolay olur hem de görüntüsü bozulmamış olur.

Hadi çaylar hazırlansın :)

KARNIBAHAR

Bu gece anlatmam gereken yemekler arasında kendimce yaptığım sıralamada ikinciliği Karnıbahar aldı :) Hem de tahmin edin neli? Tabii ki de kıymalıııııııı :):)

Önce ufak bir karnıbahar seçiyorum. Ufak yoksa ne varsa onu alıp kişi sayınıza göre de göz kararı karnıbaharı demetlere ayırabilirsiniz de. Daha sonra karnıbaharlarımı güzelce yıkıyorum ve karnıbahar demetlerini birer ikişer parçalara ayırarak yemeğe uygun bir şekilde küçültüyorum. Küçülttüğüm karnıbaharlarımı da bir tencere kaynar suda karnıbaharlar çok fazla pörsümeden ortalama 3-5 dakika haşlıyorum.

Karnıbaharlarım bu şekilde bir kenarda beklerken bu sırada önce orta boy ince kıyılmış soğanı ve ardından 100-150 gr kıymayı hep beraber bir tavada kavuruyorum. Kıymaları bu tarifte de tamamen kıvamında kavurmuyorum çünkü bu işlemden sonra bir de karnıbaharlarla fırına vereceğim ve yanmalarını istemem. Dolayısıyla kıymaları, kıymalar kendini bırakana kadar kavurup ocaktan alıyorum.

Borcamımın içerisinde karnıbaharlar ile kıymayı karıştırıp yerleştiriyorum. Bu işlem sonrasında derin bir kaba 1/2 yemek kaşığı domates salçası, 1/2 yemek kaşığı biber salçası, bir diş küçük küçük doğranmış sarımsak, yeteri kadar tuz ve karabiberi koyuyorum. Bu karışımı birbirine harmanlayabilmek ve borcama serilmiş karnıbaharları bu sos içerisinde pişirebilmek için malzemelere göz kararı aldığı kadar sıcak su (ortalama 1 su bardağı kadar) ve 1 yemek kaşığı zeytin yağı koyuyorum. Bu şekilde, karnıbaharlara çok yakışan bir sos elde etmiş oluyorum.

Hazırlanan bu sosu borcama iyice gezdiriyorum. Tüm malzemelerin bu sos ile karıştığından emin oluyorum. Önceden çok azıcık ısıttığım fırına borcamımı yerleştiriyorum. Fırının ısısının 175 derece olması yeterli. Karnıbaharlarım fırında pişmeye devam ederken ben üzerlerine serpmek üzere bir kenarda arzuya ve isteğe göre eklenebilecek kaşar peynirini rendeliyorum. İlk seferinizde kaşar peynirini muhakkak denemenizi öneriyorum :)

Fırını kontrol ederek karnıbaharların aldığı rengi takip ediyorum. Zaman zaman yumuşaklığı ve kıvamı için çatalla birkaç kontrol yapıyorum (suyunun azalıp azalmaması da karnıbaharların ne kadar uzun süre beklediğini size anlatabilir. Bunun hafif sulu ve soslu bir yemek olması gerektiğini de düşünürsek bu şekilde zamanlamanızı tutturabilirsiniz) ve borcamı fırından almadan 5 dakika kadar önce malzemelerin üzerine rendelediğim kaşarları serpiyorum.

Kaşarlarla beraber bir 5 dakika daha pişen karnıbaharları hemen fırından çıkarmıyorum. Fırını kapatıp birkaç dakika daha borcamı içeride demlenmesi için bekletiyorum.

Sonunda fırın borcamı ile masaya, görüntüsü ve tadı vazgeçilmez, hem kolay hem de sağlıklı bir yemek gelmiş oluyor.

:)

KIYMALI ISPANAK

Merhabaaaa ben geldim :)

Geri sayım bitti ve önceliği kıymalı ıspanak aldı :) Öncelikle yaprakları düzgün, çürüksüz, çok büyük olmayan ve güzel bir yeşile sahip 4 demet ıspanak seçtim. Sabahtan kullanacağım kıymayı da erimesi için oda sıcaklığına çıkarttım; aşağı yukarı 250-300 gr olduğunu söyleyebilirim. Siz arzunuza göre arttırıp azaltabilirsiniz de.

Önce kıymamı göz kararı tuz ile zeytinyağında kavurmaya başlıyorum. Bu işlemde tuzu çok fazla kullanmamak çok önemli çünkü ıspanak aşırı miktarda tuz çeken bir sebze dolayısıyla burada kullandığınız tuzu 2 çay kaşığı olarak ayarlarsanız ve diğer aşamalarda da tuzu muhakkak tadarak eklerseniz ıspanak yemeği yerine bir tuz çölü elde etmemiş olursunuz :):)

Bu sırada bir kenarda orta boy bir soğanı küçük küçük doğruyorum ve bir kenarda bekletiyorum. Burada şunu söylemeden de geçemeyeceğim; eğer soğan doğrarken gözleriniz çok yanıyor ve bu size acı veriyorsa soğanın kabuğunu aldıktan sonra soğanı akan suyun altında çok az gezdirin. Birkaç yakınım soğan doğranırken sakız çiğnemenin ya da pencere açmanın ve yakınında doğramanın da faydalı olacağını düşünüyor ama bu yöntemlerin hiçbirini denemediğim için malesef öneremiyorum :) Neyse soğanı da hallettikten sonra, sadece 1 avuç pirinci küçük bir kaseye ılık suyla yıkıyorum ve sonra kullanana kadar ılık ve tuzlu su içerisinde dinlendiriyorum.

Kıymalar çok fazla kavrulmadan, birazcık pembe pembe iken, üzerlerine soğanları ekliyorum ve soğanlar yumuşayana kadar kıyma ve soğanı beraber kavuruyorum. Bu aşamada da dikkat ettiğim şey soğanların tam anlamıyla kavrulmaması çünkü bu malzemelerin üzerine bir de iyice yıkadığım ve marul doğrar gibi doğradığım ıspanakları ekliyorum. Ispanak diğer sebzeler arasında en fazla toprak içeren bir yeşil sebze olduğundan bunların pişirilmeden önce iyice yıkanması gerekiyor. Bazı yerlerde ıspanağı bulaşık makinasına attıklarını ve makinayı boş bir şekilde çevirdiklerini duyuyorum ama bu yöntem kesinlikle ıspanağın içerisindeki tüm vitaminlerin ölmesine sebep olur. Dolayısıyla, akan suyun altında, iyice yıkamak ıspanakların kum ve topraktan arınmasını sağlayacaktır.

Ispanakları da ekledikten sonra, ıspanaklar koyu yeşil rengini alana ve küçülüp yumuşayana kadar kavuruyorum. Çoğu zaman ıspanak sadece kavurma ile yumuşayıp küçülmüyor dolayısıyla tencerenin ağzını kapayıp düzenli aralıklarla gelip gidip kavurmaya devam ederek bunu kolayca sağlamış oluyorum. Çünkü kıyma soğan ve pırasan yükselen buhar tencere kapalı olduğunda tencerenin içerisinde dönmeye devam edebiliyor ve bu buhar sayesinde ıspanaklar istenen şekilde kavrulmuş oluyor. Bu kavurma işlemi sırasında, 1 yemek kaşığı kadar salçayı (dilerseniz biber dilerseniz domates veya 1/2 biber 1/2 domates salçası yapabilirsiniz) ıspanaklara ekleyerek kavurmaya devam ediyorum. Salça güzelce tüm malzemelere yayıldığında bütün malzemelerin üzerine 1 avuç pirinci de ekliyorum ve bir tarafta kaynattığım suyu malzemelerin üzerini örtecek şekilde tencereye ekliyorum. Sonra ocağı orta dereceye alıp, tencerenin kapağını kapatıp ıspanağın pişmesini bekliyorum.

Bekleme sırasında, her zamanki gibi, asla yemeği yalnız başına bırakmıyorum çünkü bir yemeğin ne kadar hızlı yanabileceğini fazlasıyla tecrübe ettim :) Yine 5-10 dakikada bir gelip yemeğimi kontrol ediyorum ve aşağı yukarı 30-35 dakika içerisinde kıymalı ıspanağımın tam kıvamına geldiğini görüyorum. Kıvamında olup olmadığını anlamak için ise kaşığımın ucuyla son bir deneme lokması alıyorum ıspanaklardan; veee muhteşem sonuca ulaşıyorum :)

Sizin de mutfaklarınızda bu tadı yaratmanız dileğiyle; AFİYET OLSUN :)

ARA ARA :)

Yeniden merhaba hepinize :)

Uzun bir süredir sizlerle yaptığım yemekleri paylaşamıyordum malesef. Araya hastalıklar girdi, sonra üşengeçliğim beni esir aldı, sonra kilo aldığımı farkedip rejime girdim ve sonra sonra derken bu güne geldik. Ama bu arada yine her ocak başına geçişimde naçizane şaheserlerimin fotolarını çekmeyi de ihmal etmedim.

Biliyorsunuz geçen haftalarda bir anket düzenlemiştim ve oradan çıkan sonuca göre sitede zeytinyağlıların ve pasta poğaçaların tarifini sıklıkla görmek istiyorsunuz :) Buradan hareketle, bu akşam eve koşarak gidip sizlerle paylaşacağım yemeklerimden biri kıymalı ıspanak olacak. Açıkçası, bu kış günlerinde, soframda görmekten en çok haz aldığım ve yerken rejimimi bozduğumu düşünmediğim yemekler arasındadır kıymalı ıspanak. Eşim her ne kadar yumurtalısını sevse de bugüne kadar elim bir türlü yumurtalısını yapmaya gitmemiştir :) Ben yine bir et delisi olarak, kıymalı ıspanağın damağımda bıraktığı tadı sanıyorum hiçbir zaman yumurtalısında bulamayacağım :)

Ispanak sonrasında size vereceğim ikinci özel tarif ise COCO tarifi. Belki bir çoğunuz duymuşsunuzdur ya da pastanelerde görmüş, almış veya deneme imkanı bulmuşsunuzdur. Hindistancevizli bu enfes kurabiyeye bugüne kadar "hayır" diyebilenini görmedim :) Benim bu kurabiye ile tanışmam sanıyorum bir yıl öncesine dayanıyor. İş arkadaşım Nazlı ile beraber iş yerimizin yakınında ev yemekleri ve pastaları yapan bir restaurantta ilk defa yediğimizde bu tada bayılmıştık. Neredeyse her yemek sonrası çay yanına vazgeçilmezimiz olmuştu. Sonra birgün Nazlı elinde bir tarifle bana gelmişti; o kadar kolay ve o kadar hızlı bir tarifti ki hem çalışan hem de çalışmayan ama kısıtlı bir zamanda ziyafet yetiştirmeye çalışan bayanlar (ve hatta dilerlerse erkekler) için bir hayat kurtarıcı olduğunu söyleyebilirim. Fırında ortalama 12-15 dakikada hazır hale gelen bu kurabiyelere bayılacaksınız, garantisini veriyorum :):)

Yani şimdi ne yapıyoruz? Akşamı iple çekiyoruz bence :):) Akşam hem tarifleri okuyup hem de denemek isterseniz eve giderken yol üstünden alınması gerekenler listesi de aşağıdaki gibi:

- yumurta
- ıspanak
- kıyma
- hindistancevizi tozu (marketlerde baharat köşelerinde poşetlerde bulabilirsiniz)
- şeker
- pirinç
- soğan

Hadi bakalım tüm hazırlıklar bitsin ve mutfaklarımızı şenlendirmeye başlayalım :):)

Görüşürüzzzzzzz.....

20 Ocak 2011

Makaron Benzeri Pastalar

İyi geceler herkese :)

Geçen gece malesef makaron benzeri kremalı pastalarımı yapmaya geçemeden uyuyakalmışım :( Birgün gecikmeli de olsa en sonunda görür görmez muhakkak denemeliyim diye düşündüğüm bu tarifi az evvel başarıyla denemiş bulunuyorum :)

Tarife internette değişik tarifler
ararken şimdi gerçekten ismini hatırlayamadığım bir sitede buldum. Resmini ilk gördüğümde aklıma fransadaki makaronlar geldi. Oradaki günlerimi düş
ünüp özlediğimi farkederek; makaron da olmasa, en azından onu bu şekliyle anımsatan bu minik pastaları yapma
ya karar verdim :) Bence iyi de etmişim. Şu anda önümde pastalarım, televizyon karşısında günün tüm yorgunluğunu uzandığım kanepede çıkartıyorum.

Dün yapmış olduğum yemekler hala dolabımda varlığını sürdürdüğü için bu akşam yemek yapma derdim yoktu. O yüzden keyifle, yavaş yavaş tüm malzemelerimi çıkardım. Derince bir kaba yarım bardak ılık suyu, 1 su bardağı sütü, 1 tatlı kaşığı tuzu, 1 çay bardağı şekeri ve 2 tatlı kaşığı kuru mayayı karıştırdım. Evde mayam yoktu; ben de dün akşam nazikçe kapımı çalıp beni eski komşuluklara götüren karşı komşumdan 1 paket kuru maya ödünç aldım. Bu karışımı 1 saat beklettim; mayalanması gerekiyordu karışımımın kendi kendine. 1 saat sonra bu sulu karışıma 1 kg kadar un, 125 gr margarin ve 3 yumurtayı ekledim. Başladım yoğurmaya. 1kg unun hepsini aynı anda koymadım karışıma; karışıma azar azar kıvamını kontrol ede ede ekledim unu. Bu şekilde hamurunuzun kıvamı tamamen ellerinizde oluyor. Süprizle karşılaşmamış oluyorsunuz. Hamurum kıvamını aldıktan sonra bir müddet (nasıl desem sanıyorum bir 15dakika kadar) hamurumu kendi haline dinlenmeye bıraktım.

Sonrasında hamurumu masamın üzerinde 1 parmak kalınlığında olacak şekilde açtım. Hamurumuzun çok ince olmaması lazım çünkü pişerken şişmeleri gerekiyor ki soğuduktan sonra ortadan ikiye kesilmeleri kolay olsun. Bu şekilde açtığım hamurdan su bardağının ağzını kullanarak yuvarlaklar çıkardım ve yağladığım tepsiye bu minik yuvarlakları dizdim.

Dizdiğiniz yuvarlakları bir yarım saat kırkbeş dakika kadar bekletmeniz gerekiyor ki hamur yuvarlaklarımız burada kendi hallerinde mayalansınlar :) Bunu denerken şunu gördüm ki 40-45 dakika kadar beklettiğ
im yuvarlaklarım daha güzel kapardılar pişerken :)

Sonra beklettiğimiz yuvarlakları 200 derecede kızgın fırına sürüyoruz. Burada da yine dakika veremiyorum çünkü üzerlerinin kızarmasını beklemeniz gerekiyor. Ama sanıyorum bir 15 dakika yeterli olacaktır; gidip gelip bakmanız da fayda var :)

Yuvarlaklarımız pişince fırından alıp dışarıda soğuyana kadar bekliyoruz. Bu arada bir kenarda içinin kremasını yapabiliriz. Ben hazır kremalardan kullandım; malum çalışan kadının hazır malzeme kullanmaya olan yatkınlığı bu :) Soğuyan yuvarlakları ortalarından ikiye böldüm ve aralara krema sıkarak bunları minik sandwiçlere dönü
ştürdüm. Krema sıkmak için özel bir poşetim yoktu dolayısıyla bu işlem için uzun süredir kullanmadığım fırın poşetlerimden birini kullandım. En sonunda da, içi kremalı bu minik pastaların üzerine pudra şekeri serptim. Ve evet enfes birşey oldu :)

Makaron olmadı ama gözümde makarona benzer minik bir pasta oldu :) Makaron tarifi bulana kadar bu minik pastaların bana eşlik etmesi muhteşem bir duygu :)

Şimdi yatağa gidip huzurlu bir uykuya dalmadan önce ismini hatırlamadığım ama bu tarifi bizimle internette paylaşan o gizli kahramana teşekkür eder, bu tarifi sizlerin de denemesini dehşetle tavsiye edip iyi geceler dilerim :)

19 Ocak 2011

TAZECİK FASULYE YANINA BULGUR

İşte akşam oldu...Beklenen an diyeceksiniz :) Evet evet beklenen an geldi...İş yerinden hızır gibi fırladım, koşa koşa eve geldim elimde poşetlerle. Bu akşamın beklenen tariflerine geçmeden önce her çalışan kadın gibi alelacele mutfağa girip birkaç saat sonra eve gelecek koca bebeğimizin karnını doyurmak gerekiyordu :) Onun için bir hışımla mutfağa attım kendimi.
Alışveriş yaparken gözüme pek de çıtır gözüken fasulyeleri torbasından çıkarıp bir güzel yıkadım. Fasulyeyi 1 kg kadar aldım; yapmışken bol bol olsun diye. Fasulyelerin kıymıklarını tek tek aldım, kıymıkları alınmış her bir fasulyeyi de ortadan ikiye bölerek derince bir kabın içerisinde topladım. Sonra hepsini bir kez daha sudan geçirdim; bir kenara ayırdım. Yemeği yapacağım tencereye bolca zeytinyağı gezdirdim (3-4 yemek kaşığı). İnce ince doğradığım soğanları kavurmaya başladım hafift
en. Soğanlar hafif pembe bir renk alınca üzerlerine fasulyelerimi ekledim. Fasulye ve soğanları beraber kavurmaya başladım. Ben kendimce fasulyelerin yeteri kadar kavrulup kavrulmadığını değişen renklerinden anlıyorum :) Fasulyelerim ilk aldığım hafif açık yeşil renginden kavruldukça koyu bir yeşile bürünüyorlar. İşte tam da bu zaman fasulyelerin kıvamına geldiklerini anlıyorum. Bu da benden size minik bir tüyo :) Sonra fasulyelerin üzerine 2 yemek kaşığı kadar biber salçasını veeeee Ege'nin eşsiz zeytinyağlıların vazgeçilmezi şekeri de 1 çay kaşığını geçmeyecek şekilde (1 küp şeker de olabilir) ekliyorum. Salça her bir taneyle özdeşleşene kadar tüm bu karışımı harmanlamaya devam ediyorum. Sonra fasulyelerimin üzerini birkaç parmak geçecek şekilde kaynar su ekliyorum karışıma. Su ile beraber de göz kararı tuzumu koyuyorum ve tencerenin kapağını kapatıp kendi kendine kaynamaya bırakıyorum yemeğimi.

Tam yemek pişene kadar birazcık oturayım, dinleneyim diyordum ki fasulyenin çok yalnız kalacağını hissettim masada kendi kendime :) Bir de yanına afiyetle domatesli bulgur pilavı yapayım diye ayaklandım ki zil çaldı. Karşı komşummuş gelen limonu bitmiş limon rica etti :) Aklıma eski komşuluklar geldi bir an. İzmir'deki eski evimiz geldi. Çekinmeden, yüzümüz kızarmadan, akrabamızdan birşey ister gibi, bazen tuz bazen limon istemek için kapısına dayandığımız komşularımızı hatırladım. Komşum gittikten sonra geri mutfağa yollandım hemen.

Hemen balkondan orta boy bir soğan kaptım, içeri girdim. Dışarısı buz kesmişti. Bulguru çok fazla yapmayayım dedim. İki kişilik hazırladım yemeği; ölçüler de iki kişilik oldu dolayısıyla :) İnce doğradığım soğanları bir yemek kaşığı biber salçası ve iki kaşık zeytinyağı ile beraber kavurmaya başladım. Soğanlar yumuşayınca, kabuklarını soyup küp küp doğradığım domatesleri de ekledim. Domatesleri biraz büyük küpler şeklinde doğrayabilirsiniz. Bu şekilde bulgurunuzun görselliğini arttırmış olursunuz :) Domates özü itibariyle çok çabuk yumuşadığından bir iki dakika çevirmeniz yeterli olacaktır. Bu karışımın üzerine 1 su bardağı bulguru ekleyip üzerine 1 su bardağı kaynar suyu da koyduktan sonra bulgur suyunu çekene kadar pişiriyoruz. Ama ben buna ek olarak 1 su bardağı kaynar suyu bulgur çekmesine yakın bulgurun kıvamına bakıyorum ve her seferinde görüyorum ki 1 su bardağı kaynar su daha eklemem gerekiyor bulgurların layıkıyla pişmesi için :) Size de tavsiyem ilk seferde 2 su bardağı kaynar suyu boca etmek yerine birer birer yukarıda anlattığım şekilde yapmanızdır. Bulgurlar suyunu çekmeye yakın tüm malzemeleri karıştırın ki pilavımızın dibi tutmasın :)

Sonra da sofranızı bir geceliğine kaçamak yaparak televizyonun karşısına kurup afiyetle tazecik fasulyenizle bulgurunuzun tadını çıkartın :) Resimler bu aceleden biraz yamuk çıkmış olabilir affola :)

Bu arada makaronlara benzeyen kurabiyelerimizi yapmaya da az sonra başlayacağım :) Biraz dinleneyim ama değil mi :)

Keyifli Geceler :)

AKŞAM DENEMELERİ

Hepinize merhaba,

Dün akşamı kendime ve dinlenmeye ayırdım ama inanın bana tüm gece boyunca siteye hangi tarifleri eklesem diye düşünüp durdum. Bu durumda pek dinlendim denemez tabi ama keyifli düşüncelerdi itiraf etmem gerekirse :)

Eşimin bu yeni merakım ve uğraşım için yaptığı son yorum ise "Çok bol vaktin var herhalde canım :)" şeklinde oldu ama inatla da yapılan her denemenin keyfini sonuna kadar sürüyor :) İçimde aylarca içten içe alevlenen ve aniden patlayan bu tarif paylaşma dürtüsünde ise kendi çapımda yaptığım herşeyi çok beğenmemin etkisi büyük :) Biraz bencilce olacak biliyorum ama ne yapayım elimde değil. Salata bile yapsam en basitinden sanki bir şaheser yaratmışım gibi bakıyorum önümde duran tabağa. Sanıyorum bu engellenemez bir dürtü, bir yemek aşkı oldu bende. Ve tüm bunlara yemek yeme işini bir hobi olarak görmemi de eklersek ortaya bu sonuç çıkıyor. Bazen sadece gurme-turizmi yaparak yaşadığımızı düşünüyorum ki en şanslı olduğumuz nokta etrafımızda bizim gibi arkadaşlarımızın olması. Gurme Turizmi ile ilgili de ayrı bir kategori oluşturup orada da sizinle deneyimlerimizi paylaşıyor olacağım zaten :) Çok Yakında.... :)

Neyse dün akşam üzerinde epeyce düşündükten sonra öncelikle bu akşam için uzun zamandır yapmayı planladığım ama bir türlü cesaret edemediğim şeker hamurunu denemeye karar verdim. Açıkçası yurtdışı ve yurtiçi bir takım kaynaklardan harmanladığım bir tarif var elimde. Bakalım sonucu nasıl olacak; ben de çok heyecanlıyım. İkincisi ise yabancı bir sitede gördüğüm fransızların ünlü makaronuna benzeyen kurabiye tarifi; ve okuduğumda o kadar kolay olduğunu gördüm ki siz de bu akşam okurken farkedeceksiniz eminim.

Sizler de bu sırada bir tarif paylaşmak isterseniz veya bir tarife ihtiyacınız olursa ya da en basitinden bir mutfak maceranızı paylaşmak isterseniz bana küçücük bir yorum yazmanız yeterli olur :) Blog umuzun ana teması "Ne pişirsem Derdine Son" olduğu için seve seve ihtiyacınız olan tüm tarifleri, bütün görsellikleriyle sizlerle paylaşıyor olurum...

Hadi bakalım; akşama şurada ne kaldı :)

Görüşmek dileğiyle....

18 Ocak 2011

SARMA GÜNÜMÜZ

Arkadaşlarla her yıl düzenli olarak yapmamız gerektiğine inandığımız sarma günümüzün çıkış noktası; benim 2009 yılındaki doğumgünümün ertesi günü başlayan olaylar zincirine denk gelmişti. Yurtta oda arkadaşım, Ataşehir'de ev arkadaşım ve zaman zaman kendisini bir sinir krizinden diğerine sürüklediğim beş parmağımı geçmeyen dostlarımdan biri olan Nihan ile Nişantaşında çok keyifli ve naif bir kutlama sonrasında arabamıza atlayıp evimize dönmüştük. Yemek yediğimiz yer ile arabamız arasında geçen yolculuk boyunca domuz gribini kapmış olduğumuzu, ertesi gün Nihan'ın başında hastanede yatarken keşfettik. Dehşete düşmemle kendimi yatakta bulmam bir oldu. Nihan'ın annesi İlkin teyze yardımımıza koştu ama kadıncağız bu kadar yorulmadı herhalde hayatında :) Neyse konunun bundan sonrası bir başka blogun konusu olabilir :); ben tarifime geçiyorum.

İşte o günden sonra yatakta yatmaktan sıkılan ruhumu bir an olsun hareketlendirmek ve sarma aşermesi yaşayan midemi rahatlatmak adına İlkin teyze ile beraber mutfağa girdik.

Öncelikle, yaprakları taze salamura yapılmış olarak bulabiliyorsanız mükemmel olur derim ama bulamazsanız da sorun değil biz marketten vakumlanmış poşetler içerisinde salamura edilmiş yapraklardan aldık sonuç şahane oldu:)

Derin bir kap içerisine kaynar suyu boca edin ve bu kaynar suyun içerisine yapraklarınızı (350gr kadar) atın. Suya göz kararı tuz da ekleyebilirsiniz. Yaprakları nazikçe, yırtmadan, hafif hafif kaynar suya bulayın. Bir beş dakika bu işlemi yaptıktan sonra yapraklarınızı sularını nazikçe sıkarak kenara ayırın ve teker teker açın.

Bir başka kap içerisine, 1 adet ince ince doğranmış kuru soğanı, 250 gr kadar kıymayı, 1 su bardağı pirinci (pirinci yıkamanız ve mümkünse birkaç dakika sıcak suda tutmanız kıvamına yardımcı olacaktır), 1 çay bardağından göz kararı ile çok az fazla sıvı yağı ve 1 tatlı kaşığı domates salçası + 2,5 tatlı kaşığı biber salçasını (biz ailecek biber salçasına hayran olduğumuz için ölçüyü bu şekilde kullanıyorum ama siz dilerseniz 2 kaşık domates+2 kaşık biber olarak da ölçüyü ayarlayabilirsiniz) üst üste ekleyin. Karışıma bir de göz kararı, damak zevkinize göre tuz ve karabiber koyun. Bu karışımı iyice harmanlayın ve yaprakları sarmaya başlayın.

Bu aşamada püf nokası, yaprakları çok fazla doldurmamanızdır. Bunun için de, bu işlem sırasında, bir çay kaşığı yardımı ile yaprağın boyutuna göre koyacağınız içi ayarlayabilirsiniz.

Yapraklar ince ince sarılıp tencereye dizilir. Bu aşamada da yaprakların tencere dibine yapışmasını engellemek amacıyla kırılan ya da yırtılan yapraklardan tencere dibine bir halı yapılıp sardığınız yapraklar bunun üzerinde dizilebilir.

Tencereye yapraklarımızı dizdikten sonra bir başka yerde 1 kaşık domates salçası ve 1 kaşık biber salçası ile yarım litre kaynar suyu karıştırırak elde edeceğiniz sosu yaprakların üzerine dökün ve ocağınızı orta ateşe alın. 35-40 dakika boyunca bu şekilde sarmalar pişsin. Genelde saatlerle ve beklemelerle aram pek iyi değildir; onun için ben başında bekleyip sürekli gözetlemeyi tercih ederim :)

Annem genelde sarmalar pişerken üzerlerine bir tabağı kapak gibi kapattığını söylüyor; bu da yaprakların dağılmaması için bir püf noktası sanıyorum.

Yapraklar piştikten sonra, hepimiz, nefis sarmısaklı yoğurt eşliğinde Sarma Günümüzün açılışını yapmaya hazırdık. Çok hastaydık ama inanın bana bu festival çok iyi gelmişti.

Emeği geçen herkese teşekkür ederek, Afiyetler Olsun diliyorum efendim hepinize :)

Tarçınlı Yeniyıl Kurabiyesi

Yeniyıla birkaç gün kala, hem iş yerinde hem de evde bizi bir telaş aldı ki sormayın. Geçen sene başka bir arkadaşımızın evinde karşıladığımız yeniyılı bu yıl da bizde karşılamaya karar verince mutfağımın tam anlamıyla altı üstüne geliverdi :)
Bu sırada iş yerinde kendi aramızda yapacağımız yeniyıl kutlaması için de arkadaşlarıma verdiğim kurabiye sözü de beni hafiften sıkıştırmaya başlamıştı. İşin enteresan yanı da ben kurabiye yapmayı bilmiyordum.
Hem internetten alınan bilgiler, hem de çok yakın arkadaşlarımın annelerine edilen birkaç telefon sonucunda hem kolay hem de eğlenceli bir tarif ortaya çıktı.
Öncelikle 250 gr margarini ve 2 yumurtayı, oda sıcaklığında, ben diğer malzemeleri hazırlarken, çıkartıp beklettim. Bu sırada alışveriş poşetlerimden 1 paket kabartma tozumu, unumu, tarçınımı, buğday nişastamı (mısır nişastası da olabilirmiş bunu sonradan öğrendim) ve 1 paket vanilyamı tezgahımın üzerine dizdim.

Derince bir kabın içerisinde margarini, yumurtayı, kabartma tozunu, 1 çay kaşığı tarçını, 1 çay bardağı nişastayı, 1,5 su bardağı unu ve 1 paket vanilyayı koydum ve elimle yoğurmaya başladım. Hamuru elle yoğurmanın bir tür rehabilitasyon olduğuna inandığım için hamur yoğurmak söz konusu olduğunda makina kullanmaya sonuna kadar karşıyım :)

Bu karışımın kulak memesi kıvamında olması gerekiyor; ve bu kıvama gelebilmek için gerekiyorsa aldığı kadar un ekleyerek yoğurmaya devam edebilirsiniz.

Hamurumuz hazırlandıktan sonra düz bir masa ya da tezgah üzerine çok hafif buğday nişastamdan serptim ve hamuru açmaya başladım. Bu işlem sırasında nişasta hamurunuzun yüzeye yapışmamasını sağlıyor.

Hamuru açarken dikkat etmeniz gereken konu ise açılan hamurun çok ince olmaması eğer çok ince olursa kurabiyeler yanıyor :) tecrübe ile tesbit edilmiştir :) Açtığınız hamurun kalınlığı 2cm kadar olmalıdır. Sonrasında piyasada ve hemen hemen tüm marketlerde bulabileceğiniz kalıplarla açtığımız hamurdan kurabiyeleri alıyoruz.

Öteki tarafta, fırınımız 170 derecede ısınıyor ve fırın tepsimizin üzerine güzelce yağlıyoruz. Benim o an için evimde yağlı kağıdım yoktu ve malesef aceleden alışverişte almayı unutmuştum onun için tepsiyi yağlama yolunu seçtim. Ancak evinizde yağlı kağıt varsa bunu tepsiye sererek de kurabiyeleri dizmek için uygun bir ortam hazırlamış olursunuz.

Kurabiyelerimi tepsiye dizdikten sonra hepsini fırına verdim. Üzerleri pembe pembe olmaya başlayınca ise fırını kapattım ve fırının sıcaklığında bir müddet daha kurabiyeleri muhafaza ettim. Kurabiyeler ortalama 15 dakika içerisinde pembeleşiyor ve pişmiş oluyor. Ortalama bir 5 dakika da fırının sıcağında beklettiğim kurabiyelerimi dışarı çıkartıp soğumaları için beklettim.

Kurabiyeler bu şekliyle hazır bir halde misafirlerinize sunulmak için zaten mükemmeller ama siz biraz daha görsellik isterseniz bunları süsleyedebilirsiniz.

Benim açıkçası üzerlerine şeker hamuru yapmak veya glazür hazırlamak için vaktim yoktu. Ve kolay yol olan, yine marketlerden temin edebileceğiniz, hazır, tüp glazürleri tercih ettim :)

Bunları soğuyan kurabiyelerin üzerine dilediğiniz şekilleri vermek için kullanabilirsiniz. Bir daha ki denememde aynı kurabiyeleri şeker hamuru ile de yapmayı planlıyorum. O güne kadar bu eğlenceli kurabiyelerin keyfini sürmeniz dileğiyle......:)

17 Ocak 2011

MUHTEŞEM FİRİK

Benim depreşip duran pırasa aşkımı umarsızca bastırmama ve işin kötüsü elimin tersiyle itip görmemizlikten gelmeme sebep olanlardan birisi de firiktir :)
Firik, kayınvalidemden öğrendiğim üzere buğday başağından elde edilen bir tahıl çeşidi. Buğday başaklarının henüz tam olgunlaşmamışken kesilip kabuklarının yakılarak tanelerin ayıklanması sureti ile elde ediliyor. Bu nedenle, pişirirken hafif bir yanık kokusu ve tadı oluyor ama kesinlikle ayrı bir tat bırakıyor insanın damağında. Tabi bu eşsiz lezzetlere alışan benim nankör damağım da pırasasını elinin tersiyle ittiriveriyor :)
Firik'i sanıyorum İstanbul'da sadece Antep pazarlarında bulabilirsiniz kolaylıkla ya da benimle irtibata geçerseniz ben de size yöresinden tazecik sağlayabilirim :)
Firik'i temin ettiğimize göre hemen geçiyorum yapılışına. Öncelikle firik yukarıda kısacık anlattığım toplanma ve elde edilme şekli itibariyle oldukça taşlı bir tahıldır. Dolayısıyla, pişirmeye geçmeden önce taşlarının iyice ayıklanması gerekir :) Eee ne demişler her güzelin bir eziyeti vardır.
Ben size 5-6 kişilik bir tarif vereceğim ama dilerseniz malzemeleri yarıya indirerek de iki kişilik şahane bir lezzete sahip olabilirsiniz, hem de birazdan göreceğiniz gibi çok çok çok kısa bir sürede.
250 gr. kadar ufak kuşbaşı doğranmış etler tencereye konur. Ufak diyorsam inanın gerçekten ufak olması gerekiyor. Etlerin üzerine hafiften zeytinyağı gezdirilir ve et kavrulur. Kavurma esnasında etin suyunu salması, sonrasında saldığı suyu çekmesi beklenir. Suyunu çekince ince doğranmış kuru soğanlar etin üzerine eklenir ve etlerle beraber yumuşayıncaya kadar karıştırılarak kavrulur. Bu karışıma 1 yemek kaşığı domates salçası ve 1 yemek kaşığı biber salçası ilave edilir; ortalama 2-3 dakika malzemeler birbirleriyle kavrulur.
Etler ve soğanlar kavurulduktan sonra malzemelerin üzerine 5 su bardağı kaynar su ilave edilir. Göz kararı tuzunuzu eklersiniz ve etler yumuşacık olana kadar pişirirsiniz. Bu arada suyunun çok çekmemesi lazım; ki zaten etler ortalama 5-6 dakikada yumuşak bir kıvama geliyor. (Daha yumuşak olmasını dilerseniz yine kaynar su ilavesi yaparak pişirme süresini uzatabilirsiniz. Bunu yaparken tuz takviyenizi de yapmayı unutmayın.)
Kaynar su içerisinde pişerek yumuşayan etlerin üzerine 2 su bardağı firik ve 1 su bardağı bulgur ilave edilir. Bunların hepsi firik ve bulgur suyunu çekene kadar (ortalama 30 dakika) pişiririlir.
Dibinin hemen tutmaması ve suyunun azalmaması için gidip gelip karıştırmanızı öneririm çünkü firik pilavında çok az da olsa su kalmalıdır; suyu tamamen çektirmemeye veya çorba ya da sulu yemek gibi bırakmamaya özen gösterin. Resimdeki gibi bir kıvam tam da olması gereken kıvamdır.
Pişen karışıma göz kararı ve damak zevkinizce karabiber ve pul biber de ilave ederek bu muhteşem lezzeti doruğa taşıyabilirsiniz :)
Firik'in yanına ne gider, ne yapalım gibi sorular dönüyor aklınızda, duyuyorum :) Firik'in yanına yapmanız gereken şöyle güzel, nar ekşili bir salata, buz gibi bir ayran ve yanına da turşudur :) Keyifli Lezzetler...

PIRASA BİR ŞÖLENDİR



Ne zaman ne yapsam ne pişirsem diye düşünsem aklıma ilk gelen Pırasa oluyor...Nedenleri niçinleri üzerinde çokça düşünmedim ama biliyorum ki bazı yemekler bazı insanlar için yaratılmıştır ve o yemekler sadece o insanları anlatır. Benim hikayemi anlatan da Pırasa oldu.
Onun içindir ki ne zaman içim yemek yapma şevkiyle tutuşsa ve kendimi mutfakta bulsam ellerim hep pırasayı arar.
Eşimin beraberinde getirdiği doğu damak tadı ve seçiciliği ile mutfağım ve hemen hemen her şeyi yiyebilen damak zevkim birleşince pırasanın fazlaca gönlünü kırdığımızı farkedip onu yeniden mutfağımızla buluşturmak istedik. Çoğul konuştuğuma bakmayın :) eşim bu işin sadece isteme kısmında önemli bir rol oynadı :) Neyse yani işin özeti aylar süren ayrılığın neticesinde pırasa ile beraber evime, oradan da mutfağıma giren neşe, ocaktan yükselen kokularla beraber doruğa ulaştı.
Evimde soğan yoktu o yüzden direk havuçları çok az bir zeytinyağında kavurmaya başladım. Soğansız da gayet hoş bir tat oluyor ama soğan severler için soğanı havuçtan evvel sadece yumuşayana kadar çevirmelerini öneririm. Daha fazla çevirmeniz, eklenen her malzemeyle soğanın daha çok kavrulması ve kuruyup gitmesi demek oluyor.
Bu aşamayı da geçtikten sonra, havuçların üzerine pırasalarımızı ekliyoruz ve pırasalar da yumuşayana kadar havuçlarla beraber tencerede çeviriyoruz. Bu işlem sonrasında bir kenarda yıkadığımız ve sıcak suda tüm işlemler süresince beklettiğimiz bir avuç kadar pirinci karışımın içerisine ekliyoruz.
Pirinçleri de diğer malzemelerle harmanlıyor ortalama 5 dakika kadar malzemelerin hepsini çeviriyoruz. Bu sırada bir kenarda bir çay bardağına 1 yemek kaşığı unu, orta boy limonun yarısından çıkacak suyu, azıcık zeytinyağını ve sıcak içme suyunu koyarak güzel bir sos elde ediyoruz. Sosumuz kenarda beklerken birbirleri ile harmanlanan malzemelere küp küp doğradığımız, kabukları soyulmuş domatesleri de ekliyoruz.
Domatesler bildiğiniz gibi çok çabuk yumuşarlar bu yüzden hemen sularını saldıklarını ve yumuşadıklarını göreceksiniz. Çok beklemeden karışıma keyfinize keder biber salçası da ekleyebilirsiniz; eklemek isterseniz 1 yemek kaşığından biraz daha azı ideal olacaktır.
Tüm bunları beraber karıştırdıktan sonra malzemelerin üzerini kaplayacak kadar kaynar suyu tencereye ekliyoruz ve bu suya az evvel hazırlamış olduğumuz unlu-limonlu karışımı ilave ediyoruz. Bu şekilde tüm malzemeleri bir iki defa karıştırıyoruz ki birbirlerine harmanlansınlar :) Normalde bizim o taraflarda (Ege'de) zetyinyağlılara şeker de ilave edilir. Dilerseniz bir küp şekeri de suyuna ilave edip diğer malzemelerle pişme esnasında karıştırabilirsiniz ama malzemeler arasında şeker değeri görece yüksek olan havuç bulunduğundan ben açıkçası pırasaya eklemiyorum.
Bu şekilde yemeğim bir 20 dakika kadar kendi halinde kaynadı. Neredeyse size yazayım derken dibi tutuyordu ama şükür yakaladım :)
Gidip gelip malzemeleri, yumuşaklığını ve suyunu kontrol ederek yemeğinizin kıvamına ve olup olmadığına kendiniz karar verebilirsiniz. Örneğin ben pırasaları hafif diri sevdiğimden çok da yumuşak yumuşak yiyemiyorum bu yemeği.
Sonra pırasa şölenimi bir tabağa alarak süsledim; bir nevi onsuz geçen ayların özürünü dileyerek afiyetle mideme indirdim :) Size de bu şöleni kaçırmamanızı öneririm...Afiyetler Olsun efendim :)